Yeni hayatımdan
merhabalar.

17 Kasım 2012’de
Eskişehir’e söyleşi için gitmiştim. O gün çok değer verdiğim bir ablam bana
kahve falı bakmıştı. Bu ablam aynı zamanda yaşam koçluğu da yapıyor.
Biyoenerjisi var, elinden Aduket falan atıyor. O gün o ablam bana “hayatından
çok insanı çıkartıyorsun, çok yakınlarını bile, arınma dönemine giriyorsun,
yükselme dönemindesin” dedi. Hatta bildiğin tarif verdi kimleri çıkartacağıma
dair. İçimden ‘oha olamaz o kadar’ dedim. Bu ablamdan bir süre önce de bir
arkadaşım buna benzer şeyleri vermiş, tehlikeli bir şey olacağını söylemişti. O
da tarif vermişti, kimlerin olduğuna dair. Ona da aynı tepkiyi vermiştim.
Neyse.
Eskişehir’de güzel
söyleşiyi bitirip İstanbul’a döndüm, fallarda söylenen her şey teker teker
çıktığını gördüm. Üzüldüm mü? Evet, üzüldüm. Ama kendime değil, insanlar için
üzüldüm. Yazık dedim. Sonra kendimle gurur duydum. Kahin gibi adamım. Bir
keresinde şey yazmıştım “Güzel olan şeyleri kaybetmeye mahkumsunuz orospu
çocukları.” Bu aklıma geldi. Aferin dedim kendi kendime. Nasıl da çözmüşsün
insanları. Ama hala da ısrarla güvenmektesin. Tecrübe çok şahane şeydir. Kolay
elde edilmez. Çok ağır darbeler almak gerekir. Maruz kaldığım basitlik, o kadar
basit bir şeydi ki. O kadar olur yani. Ben oturup dile getirmeye utandım.
Korktuğumu, korkak olduğumu sanan rencide ruhlar var ama utanmak, acizlik
karşısında acımak, korkmak demek değildir. Ki alacağım cevaplar belli, niteliği
ve niceliği belli mevzular. Konuşmaya değmeyecek bir durum. Cevap beklemek,
soru sormak sadece kelime ve zaman kaybı.
Ben ne yaptım?
Artık bir şeyler yapmanın zamanıdır deyip kendim için, çıkıp gittim
İstanbul’dan. Eskişehir’e.
Mutlu muyum?
Anasının amı kadar hem de. Geldiğimden beri hayıflanıyorum, neden daha önce
gelip yerleşmemişim? Salakmışım demek ki çok. Burası bence Türkiye’nin en güzel
şehri… Yaşlı insan pek göremedim henüz, herkes genç amına koyim. Devasa bir
öğrenci kampını andırıyor. Her şey ucuz, esnaf gelir kaynağının öğrenci
olduğunu bildiği için ekmeğine ihanet etmiyor. Yolunacak kaz değil yani burada
öğrenci, geçim kaynağı. Hor davranmıyorlar. Biraz soğuk var sadece ama sikimde
değil. Zaten ben soğuk havayı seviyorum.
Velhasıl, yeni bir
hayat, yeni bir düzen. Az ama öz bir avuç arkadaş. Başka bir şeye de ihtiyacım
yok zaten. Barda garsonluk yapıyorum şimdilik. Kazandığım para bana çok rahat
yetiyor burada. İleride kafamın içinde planladığım butik bir kurabiyeci
açıyorum. Çok da uzak olmayan bir gelecekte…
Ve ev sahibim,
dünya üzerinde soyu tükenmek üzere olan bireylerden oluşuyor. Dr. Mithat Tosun,
onun eşi Beyhan Tosun, brom Zlata Tosun falan. Beyhan teyze herkese oğlum diye
tanıştırıyor beni. Mutlu oluyorum. Bir de mahcup oluyorum insanlara. O kadar
iyi davranıyorlar.
Eskişehir’de devlet
dairelerinde memurlar bile güler yüzlü ve yardımsever. Bu kadar ütopik işte bu
memleket. Ve bir de ayrı bir paragraf belediye başkanı için açmak gerek.
Hoca,
görebileceğiniz en mükemmel yerel yönetimcilerden. Haberlerde falan görmüştüm
daha önce bir ara hükümet çok uğraşıyordu ya, o zamanlar. Buraya gelip
gördükten sonra neden uğraştığını anladım. Film Festivalleri, Tiyatrolar,
Barlar, sokaklarda Efes tabelaları, mükemmel şehir peyzajı, her yerde heykeller
falan. Putperest bir şehir yani. Tinerci bir memleket… Umarım bu şekilde kalır,
bozulmadan. Hoca, mükemmel işler yapıyor burada. Yapmış. Seneye bir de
üniversiteye gireceğim burada, o saatten sonra karada mutsuzluk yok bana. ve
bana kalsa, ben burada yaşlanırım arkadaş. Ömrümü tamamlarım. Çok ufak değil,
orta ölçekli bir şehir ama çok gelişmiş bir şehir. Kurabiyeciyi açsam, her sene
de 1 kitap yazarım. Ohh mis. Zamanı gelince bir tane de kızım olur. Sikerim bu
gezegendeki kederin anasını o saatten sonra ben.
İnanır mısın buraya
geldiğimden beri kafamın içinde ‘bundan sonra bir sevgilim olmamalı, bu huzuru
bozmamalıyım’ düşüncesi dolanıyor. Çok hoşuma gidiyor bu düşünce. Ama biri
çıkıp bana bir kız çocuğu doğursa güzel olur, sonra da gitsin zaten önemli
değil.
Cumartesi günleri
saat 16:00 – 18:00 arasında Barlar sokağındaki Public Tube’de sahneye
çıkıyorum. Caz falan söylemiyorum tabii ki, şiir okuyorum. Emrah abi çalıyor
klavyede, ben de okuyorum. Güzel oluyor. Eğlenceli oluyor. İleride farklı
programlar yapacağız güzel güzel konseptler. 16 – 18 dedim ama saatler
ilerleyen zamanlarda değişkenlik gösterebilir. Facebook, Twitter hesaplarımdan
takip ederseniz görürsünüz ilgilenen kardeşler.
Ha bu arada, senaryo
işi vardı ya hani benim. O gerekli mercilere ulaştı, geçen gün görüştüm.
“Okuyorum abicim, pek vaktim olmadığından hepsini bir gecede oturup okumam
mümkün değil ama ufaktan okuyorum, haber vereceğim ben sana” dedi telefondaki
abi. Serdar Akar’ın çok yakın bir arkadaşı o telefondaki abi. Elden götürüp
vereceğim okuduktan sonra dedi. Ben güzel şeylerin olacağını hissediyorum. Eğer
o senaryo olursa bahsettiğim butik kurabiyeci daha erken bir zamanda olacak.
Bunların dışında
eskiden Hayvan, Öküz dergileri vardı bilenler bilir. Şimdi bu dergiye yem verdiler, tekrardan
canlanıyor. OT Dergisi ismiyle. O derginin kadrosunda ben de varım. Ben de
yazacağım o dergide komikli şeyler. Güzel bir haber bu benim adıma. En başa dön
şimdi, ne demişti o elinden aduket atan ablam? Yükselişe geçiyorsun. Lan yoksa?
Ben bu devri Rise
of Dedde olarak tanımlıyorum.
Neyse.
Yükseliş, başarı
falan bilemem. Bir şey diyemem. Olursa da yok demem elbette ama acayip
huzurluyum. Bu huzurun bunlarla alakası varsa, evet, yükselmeliyim!
Batuhan Dedde