
Bir sürü şeyler
oldu bu zamana kadar. Çoğunuz bunları yüzeysel de olsa biliyorsunuz. Bir sürü
şeyler güzel şeyler ve kötü şeyler olarak iki eşit gibi görünen ama eşit
olmayan kategoriye bölündü. Çoğunuz buna yıllardır şahit oldunuz. Bazılarınız yeni
öğreniyor. Merak edip kurcaladıkça bu bloğu… “Hassiktir lan dalyarak” diyen de
vardır elbet, “Lan adam neler çekiyor” diyen de. Bu güzel olan. Yani çeşitliliğin
olması. İçeride neler yaşadığımı bir ben bilirim…
Bazı insanlar
doğuştan lanetlidir. Böyle olduğuna inanılır. Ya da uğursuz deyip ötelerler
durumu. Mutlu olmamak gibi bir lanet. Huzurlu olmamak gibi bir lanet. Ne yaparsan
yap ulaşamayacağını bilmek bunlara. Çok kötü. Ne kadar küfür ediyorum değil mi
sosyal medyada? Ne kadar kabayım. Ne kadar çok argo kullanıyorum. Bir yazara
hiç yakışmayacak şeyler. Ama bu kırılganlık neden gitmiyor? Ben kalas olmaya
çalıştıkça, nasırlaştırmaya çalıştıkça kendini. Aslında kendime itirafı zor ama…
Sakalları olan 7 yaşındaki bir çocuğum belki de. Dudağının bir kısmı hep aşağı
doğru bakan. Olduğundan 20 yaş küçük gösteren içinde…
Ne kadar çok
kalbimi kırdılar değil mi? Eşim, dostum, arkadaşlarım. Sadece aşk meşk değil
bu. Ki zaten derdim de aşk falan değil. Sen bu zamana kadar öyle mi sanıyordun?
Hayatıma hiç gitmeyecek bir arkadaş aradım. Zaman zaman bulduğumu da sandım. Sandığım
zamanlar ağzımın ortasına öyle bir
sağlam yanarlı dönerli tekme çaktılar ki. Kan tükürdüm. Kendi kanımı yuttum. Ellerimi
suratıma geçirdim geceleri ağlarken. Yorganı yastığı ısırdım da oldu kimseler
duymasın diye. Bunlardan sık sık bahsettiğim oluyor gibi bir durum oluşuyor
burada ama bunlar sık sık olduğu için sık sık bahsetmek gereği duyuyorum. Kendi
kendime kaldığım zamanlarda kendimle muhabbet edecek başka bir konum yok çünkü
yalnızlığımdan başka. Arkadaş ortamlarında başka şeyler anlattığım da oluyor
ama sıkılmasınlar diye rol kesmek benimkisi.
Ve ne kadar acı
değil mi insan sığlığı? Bir gün intihar ettiğimde, planladığım o büyük gün
geldiğinde buraları okuyup “Adam bağırmış abi resmen”, “Resmen yalvarmış beni
kurtarın diye çocuk” gibi cümleler kuracaklar. Ne kadar acı. Ve hassiktirin ulan oradan. Ben bu yapış yapış yavşaklığınızı görmemek için keseceğim bileklerimi. Belki de siyanür içerim. Bunu yaptığınız da amacımı ve sonuçlarını hiçe çıkartacaksınız. O yüzden yapmayın.
Neyse. Kalp kırıklığından,
mutsuzluktan, huzursuz olmaktan ve bunlara asla sahip olamayacağımızdan
bahsediyorduk…
İnsan kalbi değişik
bir organ bence. Beyinden daha karmaşık çünkü beyin bilimsel olarak kısmen de
olsa çözümlenebilmiş karmaşık bir yapı. Kalp ise görünüşte çözümlenebilmiş ama
yaşadığın bütün soyut şeyler orada gerçekleşiyor. Soyut olduğu için sağlıklı
veri elde edemiyorsun. Belki orospudur kalp. Giriş cümlesinde bahsettiğim türde
bir orospu. Hiç ders almıyordur. Stockholm Sendromuna yakalanmıştır belki.
Bir insan kalbini
defalarca kırdırtıp (ki hiç aşağı seviyede olmayan kalp kırıklıkları) sonra
yeminler edip tövbeler çekip ağlayıp sızlayıp tedavi biter bitmez yine döner mi
eski durumuna. Eski durumuna düşürmek için kendini yollara atar mı daha doğrusu
bir kalp? Atıyor işte amına koyim. Yaşadığım onca şeyden sonra bırak aşkı
meşki, kadınları öldüren bir seri katil olmam lazımken hala bir şeyleri umut
ediyorum. Bu da benim düşük bir duygusal zekaya sahip olduğumun kanıtıdır belki
de. Her şeye rağmen hayal kurmak ne tür bir denyoluktur bilmiyorum. Her şeye
rağmen elini ateşin içine sokmak. Ateşe olan sevda mı bu yoksa dingilliğin
sıcak hali mi?
Ne kadar ezdiler
kalbimi ve ben ne kadar vazgeçmedim hayal kurmaktan… Sanki hiç azabı tatmamış,
hiçbir yerinde ateş yarası olmayan bir adam gibi.
Evet. O kadar
batıyor ki şu anda. Her şey. Kendimi sokaklara atayım dedim birkaç saat önce. Üç
beş sokak yürüdükten sonra içinden geçtiğim sokaktaki apartmanlar da beni
sıkıştırmaya başladı. Eve geri kaçtım. Artık ait olduğum sokaklar bile dar
geliyorsa moruk, anasının amına kadar yolu var bu bedenimde hapsettiğim ruhun. Sonra
kahve yaptım kendime kocaman bir kupa. Açtım oyun oynayayım da biraz kafam
dağılsın dedim. O sinirli kuşların olduğu oyunu açtım. O kadar içime işlemiş ki
üzülmek. Ekrana boş boş bakıp kuşları rastgele sağa sola fırlattım. Sonra bir
baktım ağlıyorum. "Aa lan ne oldu da şimdi ağlıyorum?" Bilmiyorum. Belki de
biliyorum ama işime gelmiyor.
Hayal kırıklığı
kalp kırıklığının yakın akrabasıdır. Önce hayaller kırılır, keskin olan
tarafları kalbe batar, baskı uygular ve kalbi kırar. Sonra da insan kendi
kırılır. Belki darmadağın olur.
Böyle anlarda
kendimden o kadar nefret ediyorum ki. Acı çektikçe “İyi oluyor sana orospu
çocuğu” diyorum. “İyi oluyor amına koyim. Daha beter ol” diye söyleniyorum
kendi kendime. Ciddi ciddi diyorum bunları. Belki de ayak parmaklarım deliliğin
sınırından içeri girmiştir birkaç santim. Bilemiyorum. Şu anda başıma kötü
şeyler gelsin istiyorum mesela. Anasını sikeyim kanser olayım, verem olayım da
acı içinde kıvranarak gebereyim gibisinden şeyler. Ne kadar kötü değil mi. Şu anda
kötü olduğunu düşünmüyorum. Nefretim pistir çünkü. Kendime bile acımam. Zaten bir
gün kanser olacağım. Banko bu. 1.10 ganyan veririm en fazla. Çünkü ataerkil
toplumumuzun ataerkil bir ailesindeyim. Babam ve genleri bu kanseri taşıyor. Ne
kanseri olur bilemem bu benim vücudumun yaratıcılığına bağlı ama genlerini
taşıdığım kabilenin erkeklerinde kalıtsal bir şey bu. Bu zamana kadar
kabilemizde ölen herkes kanserden öldü. En çok gözlemlenen de bağırsak kanseri
oldu. Bakalım torbadan bize ne çıkacak. Ölüm grubunda mı yer alacağım yoksa
hafif bir grup mu bilemem. Ama kanser olacağım ve bu hastalıktan ölmeyeceğim
%90’ları gecik bir ihtimal. Çünkü ölümüm kendi elimden olacak. İrademle öleceğim.
Eğer bir yerde aniden araba çarpmazsa, kalp krizi geçirmezsem falan.
Kanser için de
bütün şartları yerine getiriyorum aslında bu zamana kadar neden olmadım
şaşırıyorum. Hayatımda doktora gidişim sayılıdır. 14 yaşımdan beri günde en az
bir paket sigara içiyorum. Stres, keder, dert gibi kavramlar zaten bende
içorgan oldu. Bunun üzerine alkol, düzensiz ve sağlıksız beslenme, uyuşturucu,
düzensiz bir hayat, uykusuzluk problemleri falan. Ben artık beni tanrının değil
şeytanın hayatta tuttuğuna inanıyorum. Çünkü onun işine daha çok yarıyorum
gibi.
Hayal etmek ne
kadar zararlı bir eylem aslında…
Her şey dedem
öldükten sonra başladı. Dedem öldü. Hayatım bir otobüsün altında kaldı sanki. Sağ
kurtuldum ama artık yatalak bir hastaydım. Ölmemiştim ama yaşamıyordum da. Dedem
öldü. Yolumu aydınlatan kimse kalmadı. Kurduğu cümlelerle beni koruyacak kimse
kalmadı. Sonra bir kadına aşık oldum. Dedem ölmüştü. Ve beni kadınlardan da
koruyamazdı. Sonra biraz hayal kurdum. Biraz şiirle tanıştım. İlk kez bir
şiirle tanışmam da yine kalbimin kırık olduğu bir ana denk düşer. Sonra hayallerimi
kırdılar. Sonra hayallerim kalbimi kırdı. Sonra ben kırıldım. Dedem yine yoktu.
Yine koruyamamıştı. Sonra bu olaylar hep tekrar etti. Kısır döngüye girdim. Belki
arafta kayboldum. Bilemiyorum. Uyuşturucuyla tanıştım. alkolle tanıştım.
şarkılarla tanıştım. kadınlarla tanıştım. her yangının ortasında kalıştan sonra
kül olup yavaş yavaş doğrulmayla tanıştım. sonra yine kendimi yangınlara
karıştırdım. Belki bağımlısı olmuştum bu tür şeylerin. Bir uyuşturucuya bağımlı
olmayı tercih ederdim ama ondan bile çabuk sıkılıyorum. Ama hayal kurmaktan,
aşık olmaktan falan. Sonuçlarını bile bile. Neler başıma geleceğini bildiğim
halde hayal kurdum çünkü;
İnsan kendine acı
vermekten hoşlanan bir gerizekâlı çeşididir.
Ha bak bunları
diyorum falan ama kısır döngünün kilidi kırılmayacak. Bir zaman sonra yine buna
benzer şeyler söyleyeceğim burada. Yalnızlık yakamıza paçamıza yapışmış bok
gibi. Çıkmıyor.
Keşke biraz ölsem
ve yalnız…
Batuhan Dedde
Fotoğraf aslında
belki de hayatımın doğduğum günden intihar edeceğim vakite kadar olan özeti.
Bu da bölüm sonu
canavarı olsun bakalım. Leş gibi varoş kültürümüzün has adamlarındandır kendisi. Cezaevi görmüşlüğü, semt berberinde elinde tespihiyle sakal traşı olmuşluğu vardır.
"iyi ve güzel hakikate bel bağlamış saf dillerden bihabersin
belki çıldırmak üzeresin, hayati vurguların tükenmekte
gazete manşetlerinde aristokrat bir ferman olurken ölüm ilanım
karanlığın ardı sıra, çığlıklar ve uğultular eşliğinde
sevdamdır uğurladığım..."